Yörükler Doğuşu ve Oluşumu

Prof. Dr. İlhan Şahin:

Atı evcilleştiren Yörükler, yayalara karşı üstünlük sağladı
Yaylalar, göçebelerin tiyatro sahnesidir.
Ali Eşref Uzundere

Prof. Dr. İlhan Şahin, Anadolu’da “Yörük veya Türkmen” adıyla bilinen ve tarihî süreç içinde “konar-göçer” bir hayat yaşayan ve kendine özgü uygarlık değerleri olan göçebelerin Atı evcilleştirerek, yayalara karşı üstünlük sağladığını söyledi.

İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İhan Şahin, Türk Ocakları Bursa Şubesinin davetlisi olarak geldiği Bursa’da “Yörüklerin Doğuşu ve Oluşumu” konulu bir konferans verdi. Prof. Dr. Şahin, Dede Efendi Salonu’ndaki konferansında Yörüklerin doğuşunu oluşumunu daha iyi anlayabilmek için tarihin çok eski dönemlerine gidilmesi gerektiğini belirterek, bilim dünyasında “Avrasya” olarak bilinen coğrafyanın, göçebeliğin ilk doğduğu yer olarak kabul edildiğini söyledi.

“Avrasya” adının Avrupa ve Asya kıtalarının birleşmesinden meydana gelen bir terim olduğunu, göçebelerin yoğun olarak yaşadığı Merkezî Avrasya ise, Asya’nın merkezindeki “Orta Asya”ya olduğunu bildiren Prof. Dr. Şahin, Akademik çalışmalar, insanoğlunun bundan yaklaşık 200,000 yıl önce Afrika’da ortaya çıktığını ve buradan 50,000-100,000 yıl önce dünyanın diğer bölgelerine yayıldığını gösterdiğini bildirdi.

İnsanoğlunun Avrasya’da bundan yaklaşık 50 bin yıl önce ortaya çıktığının tahmin edildiğini,

insanoğlunun, öncelikle tabiat ve tabiattaki hayvanlarla yakın bir ilişki kurmak yoluna gittiğini, bu ilişkiyi “insanoğlu-tabiat ve hayvanlar” arasında üçlü bir iletişim ağı olarak düşünülmesi gerektiğini ifade eden Prof. Dr. İlhan Şahin şunları kaydetti:

“Kurulan iletişim ağı çerçevesinde insanoğlunun geçimini sağlamak için önce tabiatı ve tabiattaki hayvanları ister istemez gözlemlemeye, onları takip etmeye, kovalamaya ve avlamaya başladığı tahmin ediliyor.

İnsanoğlu, basit de olsa bulunduğu yerde bir barınak kurar, oraya ruhî yönden bir bağlılık hisseder ve barınağının çevresinden pek uzaklaşmadan geçimini sağlamaya çalışır. Hayvanların önemli bir kısmı, mevsimlere göre yer değiştirerek tabiattan azami ölçüde istifade etmek yoluna gider. İnsanoğlu ise geçim kaynağı temin etmek için hayvanları gözlemler ve takip eder. Buna bağlı olarak yeni yerleri keşfeder, tecrübeler edinir, onları avlama ve yakalama yollarını bulmaya başlar. Uzun süre devam eden bu hayat, şüphesiz İnsanoğluna bir hayat tarzı oluşumunun zeminini hazırlar. . Oluşmaya başlayan bu yeni hayat tarzına ‘göçebelik’ diyebiliriz.

Avrasya’da göçebe hayat tarzının başlamasına paralel olarak insanoğlu için yeni ve önemli bir olgunun yabanî hayvanların takip edilerek kazanılan tecrübe sonucu, hayvanların evcilleştirilmesi olduğunu ve evcilleştirilen hayvanların koyun, keçi, inek, at, deve, yak ve ren olduğunu bildiren Prof. Dr. Şahin, daha sonra evcilleştirilen büyük baş hayvanların bu gün Anadolu ve Rumeli de dahil olmak üzere genelde mal terimi ile ifade edildiğini belirtti.

Günümüzde göçebeliği ve göçebe uygarlığını genetik olarak devam ettiren Kırgız toplumunda tört tülük mal (dört çeşit mal) ifadesinin yaygın olarak kullanıldığını, bu dört çeşit malın, koy (koyun), eçki (keçi), uy (inek) ve at (cılkı) adlarını taşıdığını ifade eden Prof. Dr. Şahin, şunları kaydetti:

Atın evcilleştiren göçebeler yayaya karşı üstünlük sağladı

“Hayvanların evcilleştirilmesinin göçebelere önemli faydalar getirdi. Giyim kuşam ve dokuma ihtiyaçlarının önemli bir kısmını onlardan sağladılar. Evcilleştirilen hayvanlar, hem ev eşyalarını taşınmasında hem de onların üzerine binebilme tekniğinin geliştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Bu durum göçebelerin faaliyet alanının genişlemesini ve yayaya karşı üstünlüğünü sağladı. Ayrıca bu durum, at sırtında ok ve yay kullanma tekniğini; savaşlarda ise kendilerini korumada hareketli savunma ve saldırma gücünü daha da arttırdı. Böylece göçebeler, özellikle atlarla bir uçtan diğer uca gidip gelerek sadece ulaşılması imkânsız gibi görünen yerleri ve coğrafî bölgeleri değil, kıtaları da birleştirdiler.”

Konuşmasında; “11. yüzyılda Kaşgârlı Mahmud’un Divanü Lûgat-it Türk’ünde; “kuş kanatın er atın” (kuş kanadıyla er atıyla) sözü; Kuş için kanat ne kadar önemliyse er için, yiğit için de atın o kadar önemli olduğunu belirten atasözü oldukça anlamlı olduğunu, ifade eden Prof. Dr. Şahin, Kırgız göçebe toplumunda at ile ilgili şu atasözlerini hatırlattı:

“At adamdın kanatı” (At adamın kanadı) atasözü, atın sanki uçağa benzer bir şekilde insanoğlu için hızlı bir araç olduğuna ve yeryüzünün tanınması hususunda hız kavramını getirdiğine işaret eder.

“Atıñ barda cer taanı / Atañ barda el taanı” (Atın varken yeri tanı / Baban varken halkı tanı) atasözü, göçebe toplumların yeryüzünü tanımasında ve bilinmeyen yerlere ulaşılmasında atın; ata mirası olarak bir sonraki kuşağa aktarılmasında babanın oynadığı rolü göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Keza “At, attan kiyin cat” (atın olmazsa yat) atasözü ise at olmadığı zaman göçebelerin hareket edemeyeceği, yatacağı ve dolayısıyla yeryüzünde yeni yerlerin keşfedilemeyeceği anlamını verir.

Erdin atı erge teñ (erin atı, ere denk) atasözü ise göçebe toplumlarda er olan, yiğit olan kişinin, atıyla bütünleştiğini ve dolayısıyla onun hayatında, halkı ve coğrafyayı tanımasında atın ayrı bir yeri olduğunu belirtir.”

Böylece atı evcilleştiren, onunla adeta bütünleşen göçebelerin, hem tarihin, hem de Avrasya tarihinin değişiminde hızlı ve önemli bir rol oynadığını, ifade eden Prof. Dr. Şahin, sürekli hareket halinde olan konar-göçerlerin, vahalarda ve nehir boylarında meskun olan yerleşikler ve hatta farklı uygarlıklar arasındaki iletişimin kurulmasında ve bir sinir sistemi gibi onları birbirine bağlamada önemli bir rol oynadığını belirtti.

Yaylalar, göçebeler için tiyatro sahnesidir

Konar-göçerlerin; kış mevsiminin geçirildiği “Kışla” daha dar bir alan özelliğini gösterirken, bahar, yaz ve güz mevsiminin geçirildiği “Yayla”ların daha geniş bir alan özelliği taşıdığını, Kışlada küçük ve sayıca az göçebe gruplar bulunurken, diğer yerlerde sayıları on, yirmi, otuz, kırk, elli haneyi aşan ve değişik bölgelerden gelen gruplar bir araya geldiğini anlatan Prof. Dr. İlhan Şahin, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Tarihî süreç içinde her yıl bir tiyatro sahnesi gibi yaz mevsiminin başlarında açılan yaylaya gelen göçebe gruplar, adeta bu sahnenin oyuncusu gibi yaylada buluşur, kaynaşır, sosyalleşir ve geri dönerler. Her yıl tekrarlanan bu oyun, ortak bir tarihe sahip olmalarında ve kültür değerlerinin gelişmesinde önemli bir rol oynar. Bu bakımdan yaylalar, göçebe grupların ortak buluşma, kaynaşma, ve sonunda göçebe grupları uluslaşmaya kadar götüren yerler özelliğini taşır.”

Konuşmasında Göçebe Türk halk ve topluluklarının sosyal, idarî ve askerî bakımdan yapılanmalarını örneklerle anlatan Prof. Dr. Şahin, Kırkız Türk toplumunun temelini oluşturan urukların oluşumunda ailenin rolünü anlattı.

Kan bağı çizgisi: uruk

“Kırgız toplumunda bir baba ve ataya bağlı olmak ön plandadır. Ailede babanın çok fazla oğula sahip olmasına oldukça önem verilir. Sebebi, erkek çocukların, babanın soyunu devam ettiren kimseler olarak görülmesi ve toplum nazarında babanın tesirine ve gücüne de işaret ediyor” prof. Dr. Şahin, “Kırgızlarda, Yedinci ataya kadar uzanan, kan bağından oluşan çizgiye “uruk” adı veriliyor. Kırgız toplumunda her kişinin uruk çizgisini oluşturan en az yedi atasının adını bilmesi oldukça önemlidir. Bilmeyenler için “ceti atasın bilbegen, cetesiz” (yedi atasını bilmeyen kimse soysuzdur” atasözünün bugün dahi yaygın olarak söylenmesi, bir ataya ve uruka bağlı olmanın önemini gösterse gerektir. Uruk çizgisinin içinde yer alan bir babanın kız çocukları, evlendikten sonra kocasının ailesine ve onun urukuna girer. Böylece babasının soy ağacı ile olan bağlantısını kaybetmiş sayılır” diye konuştu.

Kırgız toplumunda “urukların” oluşum sürecini, Anadolu’daki göçebe gruplarla karşılaştıran, Prof. Dr. Şahin, Batı Anadolu’da halı dokumakla meşhur olan Yağcı Bedir Yörükleri ile 15. yüzyılın sonlarında Kırşehir bölgesinde gözüken Toklu-Güman Bölüğü ve Kaman Bölüğü adlı göçebe grupların oluşumunu örnek gösterdi.

[Best_Wordpress_Gallery id=”5″ gal_title=”Yoruk”]