Türklerin Kıbrıs Meselesi
Türk Milleti tarih sahnesine çıktığından bu yana yaşadığı coğrafyalarda her zaman önemli meselelerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu gün yaşadığımız coğrafya da bundan azade değildir. Yıllarca Ermeni meselesi ile mücadele ettik ve etmeye devam ediyoruz, Ermeni meselesi hemen hepimizin kısmen de olsa bildiği ve dert olarak tanımladığı bir sorun olmaya devam ediyor ve edecek. Bunun dışında aslında Ermeni meselesi ile eş zamanlı olarak başlamış, hep olmasına rağmen arada uzun süreler su yüzüne çıkamamış ama hiçbir zaman tam olarak çözülememiş bir diğer meselemiz ise Kürt meselesi. Türkler kendilerini Kürt olarak tanımlayan insanları uzun süre ve büyük bir çoğunlukla kendilerinden saymalarına ve bu konuyu sorun olarak algılamamalarına rağmen onlar başka olduklarını iddia etmeye devam etmişler ve Türkiye dışındaki coğrafyalarda her darda kaldıklarında Türklerden yardım görmelerine rağmen Türkleri ötekileştirmeye devam etmişlerdir. Bu davranışın yansımalarını Türkiye Cumhuriyetinin kurulması öncesinde ve sırasında yaşadık ve hala yaşamaya devam ediyoruz. Nitekim bu konu artık sorun olarak tanımlanıyor ve Türk toplumunun çoğunluğu için çözülmesi gereken bir mesele haline geldi.
Bunlar tamam ancak adeta unuttuğumuz, üzerinde yukarıda işaret ettiğim iki mesele kadar durmadığımız ya da 1974 Barış harekâtı ile çözdüğümüzü sandığımız bir meselemiz daha var ve en az önce sayılanlar kadar önemli. Bu meselenin adı Kıbrıs Meselesidir.
Kıbrıs meselesi de diğer iki mesele gibi uluslararası niteliği olan, Türkiye dışında birçok ülkenin zaman içinde resmi veya resmiyet dışı olarak müdahil olduğu ve bölgede menfaati olan çeşitli ülkelerin gündeminden hiç düşmemiş bir sorundur. Kıbrıs’ın coğrafi konumu tarihin erken çağlarından bu yana dönemin milletleri arasında paylaşılamamasının altında yatan başlıca nedendir. Zaten bu yüzden adanın kendi halkı 1960’a kadar hiçbir dönemde bağımsız bir devlete sahip olamamış ve sürekli olarak dışarıdan gelen güçlerin egemenliği altında kalmıştır. 1960’dan sonra ise Kıbrıs Devletinin ortak kurucuları olan Rum ve Türk toplumları arasında, içinde Türk yaşatmaksızın tüm adaya sahip olma ihtirasıyla hareket eden Rumlar tarafından yapılan saldırılar nedeniyle en azından yan yana yaşanan bir birliktelik oluşturulamamış ve devlet yaşarılamamıştır. Rumların ENOSİS düşüncesiyle aslında gerçek hâkim olan kendi yönetimlerine karşı yaptıkları darbe ve Türklere karşı katliam hareketlerine başlamalarıyla Türkiye garantör devletlerden birisi olarak 1974 harekâtını başlatmış ve kendi soydaşlarının güven içinde yaşayacakları bir toprak parçasını kurtarmıştır. Türkler için sonraki aşama Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kuruluşudur. Bu nokta Türkiye Türkleri için meselenin çözüldüğü nokta olarak algılanmıştır.
Ancak gerçek bu değildir. Bu gün yaşananlar da gerçeğin bu olmadığının açık delilidir. Bilindiği gibi Güney Kıbrıs Rum yönetimi siyasileri ve halkı önerilen tüm anlaşmalara karşı durmasına, hiçbir zaman uzlaşmaya yanaşmamasına rağmen dünya ülkeleri tarafından önceden yapılmış tüm anlaşmalara aykırı olarak, Kıbrıs’ın tek meşru yönetimi olarak tanınmakla kalmamış Avrupa Birliğine Üye kabul edilmiştir.
Normalde çok şaşırtıcı olması gereken bu gelişmeler gerek ABD gerek Avrupa ülkeleri tarafından son derece doğal olarak karşılanmış ve sözü edilen ülkelerle müttefi k görünen ve müttefi kliğin gerektirdiği her şeyi devasa kuzey komşusuna rağmen yerine getirmekten geri durmayan Türkiye sanki hiç yokmuş ve/veya önemsizmiş gibi davranılmıştır. Oysa Türkiye desteklenen ve emellerine katkıda bulunulan Güney Kıbrıs’tan gerek nüfus gerek coğrafya olarak yaklaşık 15-20 kat daha büyük ve Dünya için çok daha stratejik bir devlettir.
Bütün bunlar bir arada değerlendirildiğinde, uluslararası toplumun adı geçen üyelerinin bu yazıda tanımlanmış olan diğer iki meseleyi de Türkiye aleyhine destekledikleri de dikkate alınarak en yüzeysel bakışla bile sorunun Kıbrıs’la değil Türkiye ile ilgili olduğunu görmemek mümkün değildir. Onların dertleri Türkiye’yi birden çok cephede savaştırıp başarabildikleri noktada parçalayarak daha küçük ve daha güçsüz bir devlet olarak görmek istemeleridir. Bu istek zaten birinci dünya savaşından sonra çizilen İngiliz ve İngiliz-Fransız haritalarında işlenmiş ve son olarak BOB haritasında net olarak olgunlaştırılmıştır.
Değerli müttefi klerimizin! Süreç içinde özellikle Kıbrıs meselesinde, en azından Kıbrıs’ta yaşayan Türkler ve Türkiye Siyasetinde en yüksek noktalara çıkmayı başarmış bazı Siyasetçileri ikna etmeleri mümkün olabilmiştir. Ancak Türklüğün bu önemli meselesi, adeta talihin bir cilvesi olarak, Rumların Türklerden arındırılmış ve tüm kaynakları ve konumuyla kendilerine ait bir ada isteme yönündeki inatları sayesinde ‘toplumlar arası görüşmeler’ diye nitelenen tiyatro oyunlarının sonuca varmaması sonucu, Rumların tezlerine olabildiğince yakın siyasilerin Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanlığın kadar yükselebilmelerine rağmen Türkler aleyhine çözülememiştir. Ancak güncel orta doğu olaylarının gelişmesiyle birlikte Kıbrıs meselesi daha karmaşık ve Türkler için çözümü daha zor hale gelmiştir.
Her üç mesele dert olmaya devam edecektir ve biz Türkiye Türkleri bu meselelerden özellikle bir tanesi yani Kıbrıs meselesi hakkında pek fazla şey bilmiyor ve konuyu yeterince tartışmıyoruz. Bu yüzden bundan sonraki yazılarımda Kıbrıs meselesinin başlangıcından bu yana yürüyen süreçler hakkında bilgi aktarmaya çalışacağım. Umarım Tanrı her zaman olduğu gibi Türk Milletinin yanında olur.