Ömer Seyfettin
Türkçülük hareketinin öncü ve birleştirici isimlerinden Ömer Seyfettin 11 Mart 1884 tarihinde Gönen’de dünyaya gelmiştir. Asker bir babanın oğlu olarak askerî okullarda okur, Mekteb-i Harbiye-i Şahane’den mezun olduktan sonra piyade asteğmen rütbesiyle ordudaki görevine başlar. Önce İzmir Jandarma Okulu’nda, ardından Selanik’teki 3. Ordu’da görevlendirilir. Manastır, Pirlepe, Köprülü gibi pek çok kasabayı dolaşır. Razlık’a bağlı Yakorit köyünde bölük komutanlığı yapar. Balkan dağlarındaki Bulgar çetelerinin peşinde geçen bu yıllar içinde Balkanları yakından tanıma fırsatı bulur; Bulgar, Sırp ve Yunan çetelerinin Balkanlar’daki Türklere karşı giriştikleri soy kırıma tanıklık eder. Bu gözlemleri onun bazı hikâyelerine malzeme olur. 31 Mart Vak’ası (13 Nisan 1909) üzerine isyanı bastırmak amacıyla Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu ile İstanbul’a gelir. 1911’de Ziya Gökalp’ın tavsiyesi üzerine tazminatını ödeyerek ordudaki görevinden ayrılır. Selanik’e yerleşerek Genç Kalemler dergisinde “Yeni Lisan” hareketini başlatarak dilin sadeleşmesi ve milli bir edebiyatın ortaya çıkması için mücadele eder. 1912’de başlayan Balkan Savaşı dolayısıyla orduya çağrılır. Üsteğmen rütbesiyle Sırplara ve Yunanlılara karşı savaşır. Yanya kuşatması sırasında 20 Ocak 1913’te Yunanlılara esir düşer. On ay esir kalır. Bu tarihlerde kaleme aldığı Balkan Harbi Ruznamesi adlı günlüğünde ordunun perişan durumunu, üst kademe ile asker arasındaki iletişimsizliği, askerin nasıl ümidini kaybettini ve güçsüz kaldığını anlatırken bir asker olarak Türk ordusunun Balkan Savaşı’nı kaybetme nedenlerini de gözler önüne serer. Bu günlükteki en acı ifade Türk askeri Balkan topraklarından çekilirken sarf edilen “Demek Türklerin yaşamak hakkı yokmuş” cümlesidir (Ömer Seyfettin, 2000: 274). Esirlikten kurtulduktan sonra askerlikten tekrar ayrılan Ömer Seyfettin 1914 itibarıyla öğretmenliğe başlar ve yazarak geçimini temin eder. Üç yıl süren ve ayrılıkla sonuçlanan bir evliliğin ardından bozulan sinirleri ile hayat mücadelesi veren Ömer Seyfettin 6 Mart 1920’de, henüz 36 yaşında iken vefat eder. Kabri Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’ndadır.
36 yıllık kısa hayat içinde Ömer Seyfettin’in Türk fikir hayatı ve Türk edebiyatına katkısı çok büyüktür. Türkçülük hareketi içinde önemli bir yer tutan Genç Kalemler dergisinde başlattığı “Yeni Lisan” hareketi ile bugün konuştuğumuz Türkçenin temelini Ömer Seyfettin atmıştır. Ali Canip’e Yakorit’ten gönderdiği 28 Ocak 1911 tarihli mektubunda “Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir ihtilâl vücuda getirelim.” (Ömer Seyfettin, 2000: 329) çağrısıyla yola çıkan ve en büyük desteği İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin merkez üyesi Ziya Gökalp’tan gören Ömer Seyfettin yabancı dillerden Türkçeye giren dilbilgisi kurallarına karşı çıkar. Yabancı dillerin kurallarına göre yapılan tamlamalara, yabancı çokluk eklerinin ve edatların Türkçede kullanılmasına itiraz eder. Dilin sadeleşmesini isterken konuşulan Türkçeyi esas alır; dile yerleşmiş ve klişeleşmiş tamlama (darb-ı mesel, sevk-i tabii v.s.), çokluk eki (kainat, müslüman v.s.) ve edatların (şayet, şey, lakin, hem, henüz v.s.) Türkçenin malı olduğunu belirtir ve bunların kullanılmasına itiraz etmez. İran ve Fransız edebiyatları gibi yabancı edebiyatların örnek alınmasını doğru bulmaz. Bu düşüncelerini en kapsamlı şekilde dile getirdiği 21 Nisan 1911 tarihli birinci “Yeni Lisan” makalesi hem yeni bir edebiyatın hem de Türkçülük hareketinin bildirgesidir. Ömer Seyfettin konuşulan Türkçeyi ve milli bir edebiyatı esas alarak Türk insanının düşünce dünyasını ve kimliğinin ortaya çıkması için uğraşmıştır. Makalelerinde okuyucuya sık sık “uyanınız” çağrısında bulunarak çökmek üzere olan bir devletin esas unsuru olan milleti harekete geçirmeye, Türk olduklarını fark ettirmeye çalışmıştır.
Sayısı yüz elliyi geçen hikâyeleri Ömer Seyfettin’in dil ve edebiyat konusundaki düşüncelerinin uygulama alanıdır. Hikâye türünün Türk edebiyatındaki kurucusu olan Ömer Seyfettin hikâyelerinde kadının durumu, çocuğun milli değerlere uygun yetiştirilmesi, Balkanlar’daki Türklerin maruz kaldıkları düşmanlık ve soykırım, Osmanlıcılık düşüncesinin eleştirisi, tarihî değerler, taassup ve cehaletin, kendisini olduğundan farklı gösterenlerin eleştirisi gibi konular üzerinde durur.
Kadının ev ve sosyal hayattaki yeri Ömer Seyfettin’in ısrarla işlediği bir konudur. “Bahar ve Kelebekler”, “Eleğimsağma”, “Horoz”, “Dünyanın Nizamı” gibi hikâyelerinde Türk kadınının eş ve anne olarak geleneksel kimliğini korumasını isterken sosyal hak ve fonksiyonlarda erkeklerle eşit olması, kadınla erkek arasındaki kaç göçün kalkması, kadının tahsil görmesi ve toplum hayatına aktif olarak katılması gerektiği mesajını verir.
Çocuğun milli değerler doğrultusunda yetiştirilmesini savunan Ömer Seyfettin bu konuyu en çarpıcı olarak “Primo Türk Çocuğu Nasıl Doğdu?”, “Primo Türk Çocuğu Nasıl Öldü?”, “Fon Sadriştayn’ın Oğlu” adlı hikâyelerinde ele alır. “Bir Çocuk Aleko” adlı hikâyede de milli uyanış çocuk aracılığıyla işlenir.
Balkanlarda görev yaptığı yıllar içindeki gözlemlerinden hareketle kaleme aldığı “Nakarat”, “Beyaz Lale”, “Tuhaf Bir Zulüm” gibi hikâyeleri Müslüman Türklere duyulan düşmanlığı yansıtmaları açısından önemlidir. “Nakarat” adlı anı hikâyede bir Türk subayının masumane duygularla Bulgar kızına yaklaşmasına karşılık Bulgar kızının onun gözlerinin içine bakarak Bulgarca “Bizim olacak bizim olacak, İstanbul bir gün bizim olacak” nakaratlı bir şarkı okuması dikkat çekicidir. Özellikle “Beyaz Lale”de gözü dönmüş Bulgar askerinin Türk kadınlarını fırınlarda yakması ve Türk kızının henüz soğumamış cesedine tecavüz etmesi okuyucuda tiksinti, nefret ve öfke uyandırmakta; Türklerin maruz kaldıkları vahşetin boyutunu yansıtmaktadır. “Beyaz Lale”de anlatılan vahşet Avrupa basınına yansıyınca Bulgarlar suya sabuna dokunmadan zulüm yapmak için yollar ararlar. “Tuhaf Bir Zulüm”de böyle bir durum anlatılır. Büyük Bulgaristan İmparatorluğu hayalleri kuran bir Bulgar kaymakamın nüfusun tamamının Türklerden oluştuğu bir kasabaya getirttiği domuzlarla halkın inançlarına göre yaşama isteğini ihlal ederek Türklerden arındırıp Bulgarlaştırması hikâye edilir.
“Ashab-ı Kehfimiz” ve “Hürriyet Bayrakları” II.Meşrutiyet sonrasında Türkçülük hareketini zayıflatmak amacıyla canlandırılmaya çalışılan Osmanlıcılık düşüncesini eleştirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Ömer Seyfettin, “Ashab-ı Kehfimiz”de II. Meşrutiyet sonrasının siyasî tahlilini yapar; Rusya ve Fransa’nın Ermenilerin daimi koruyucusu olduklarının, Ermenilerde aile-okul ve patrikhane destekli güçlü milli duyguların olduğunun altını çizer.
“Pembe İncili Kaftan”, “Vire”, “Kütük”, “Ferman”, “Forsa”, “Kızılelma Neresi?” gibi hikâyelerde Ömer Seyfettin Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerine gider. Devletin verdiği görevi yerine getirmeyi canından aziz bilen, vatanına, milletine, değerlerine bağlı, sorumluluk duygusuna sahip, cesur, gözüpek insan tipini rol model olarak sunar. Bu hikâyelerin başkahramanları ile Türk kimliğini yansıtır. “Kızılelma Neresi?” adlı hikâyede milletin bütün fertlerinin büyük bir hedefe bilinçli bir şekilde odaklanması gerektiğine dikkat çeken Ömer Seyfettin Türk milletinin ortak ülküsü olan “kızılelma”yı hatırlatır; dağılmak üzere olan millete yeniden ortak bir ülküye sahip olmak gerektiği mesajını verir.
“Kurbağa Duası”, “Perili Köşk”, “Keramet”, “Nezle” gibi hikâyelerinde taassup ve cehaleti eleştirir. “Efruz Bey” adlı uzun hikâyede milli kimliğini inkâr eden, ikiyüzlü, şarlatan tipleri karikatürize eder.
Özellikle Türk kimliğini inkâr edenlere karşı çok ağır bir dil kullanan Ömer Seyfettin’in “Piç” adlı hikâyesi bu bakımdan anlamlıdır. Milli kimlik ve değerlerini inkâr eden, Türklüğü hakir gören, yozlaşmış insanlara karşı Ömer Seyfettin’in müsamaha göstermediği görülmektedir. Ömer Seyfettin ele aldığı her meseleye Türk milliyetçiliği açısından bakmış ve milli aidiyeti sık sık vurgulamıştır. “Mehdi” adlı hikâyesinde çöküşün önüne geçecek bir kurtarıcının gelmesini dileyen Ömer Seyfettin 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açıldığını, Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlandığını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğunu göremeden, beklediği kurtarıcının başarısına şahit olamadan hayatını kaybetmiştir. Ancak geriye bıraktığı eserleri, ironi ve mizah ile keskinleştirdiği mesajları nesiller üzerinde etkili olmaya devam edecektir. Ruhu şâd olsun.
Prof. Dr. Alev SINAR UĞURLU
KAYNAKLAR
Ömer Seyfettin (2000) Bütün Eserleri Şiirler, Mensur Şiirler, Fıkralar, Hatıralar, Mektuplar, Haz. Hülya Argunşah, Dergâh Yayınları, İstanbul.
POLAT, Nazım Hikmet (2007) “Ömer Seyfettin”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C 34, s. 80-82