Proxy (Vekil) Devlet Olmanın İnanılmaz Hafifliği

Bilindiği gibi çağımız vekalet savaşları dönemi olarak isimlendiriliyor. Bu isimlendirmeden kastedilen herhangi bir alanda veya konuda menfaatleri ve beklentileri çatışan devletlerin, eskiden olduğu gibi teke tek veya gruplar halinde birbirleriyle savaş eylemlerine girmek yerine o bölgede bulunan ve kullanabilecekleri birtakım grupları rakipleri ile çatıştırarak onların güçlerini kırma girişimleridir. Vekalet savaşından beklenti ise rakibin zayıflaması ve kendi çıkarlarını koruyamaz hale gelmesidir. Bu sayede vekillerini sahaya sürenler kendi çıkarları doğrultusunda daha kolay ve ucuz sonuçlar alabilirler.

PKK, FETÖ, İŞİD gibi örgütlerin bu amaçla kullanıldıkları malumunuzdur ve dünyanın çeşitli bölgelerinde çeşitli devlet veya devlet grupları arasında bu tür vekil kullanımları yaygın olduğundan, savaşların bu tarza dönmesi adeta normallik kazanmış, anlaşılabilir ve garipsenmeyen bir durum haline gelmiştir. Yaygın düşünce vekillerin kullanılabilir, aldatılabilir, kısa dönemde menfaate ulaşacakları vaatlerine kanarak uzun dönem sonuçlarını hesaplamadan maceraya girebilecek yerel, devleti olmayan ama bu umudu taşıyan ya da bir ülkede iktidara talip olan gruplar olduğu yönündedir. Oysa böyle olması gerekmez. Vekil kendi sınırları, kendi ordusu, kendi kültürü ve hatta kendi uluslararası bağlantıları olan bir devlet de olabilir ve vekalet savaşları kavramı yeni tanımlanmış olmasına rağmen olay aslında sadece bu dönemde ortaya çıkmış uygulamalardan ibaret değildir.

Türk İstiklal harbini hatırlayalım, biz batı Anadolu’da esas olarak kimin orduları ile savaştık. Güneyde İtalyanlar işgal ettikleri yerleri çatışmasız terk ettiler. Fransızlar birkaç şehir çatışması dışında cephe savaşına girmediler. İngilizler başta İstanbul olmak üzere bazı köşe başlarını tuttular ama Birleşik Krallık ordusu Anadolu’da da Trakya’da da Türk Milli Kuvvetleriyle gerçek anlamda savaşmadı. Peki kim savaştı? Özellikle İngilizlerin İzmir başta olmak üzere, Aydın, Eskişehir, Bursa ve çevresinde bir hakimiyet alanı oluşturabilecekleri yönünde telkinde bulunduğu Yunan ordusu. Anadolu’ya çıktılar ve perişan olup geri döndüler.

İnsan bir an için kendine bizi çok eskiden beri tanıyan Yunanlıların böyle bir yanlışı nasıl yaptıklarını sorabilir. Bu sorunun birçok cevabı var. Gerçekten de Yunanistan kurulduğu andan itibaren topraklarını hep Osmanlı İmparatorluğunu aleyhine genişletti. Dolayısıyla Türklerin artık bir şey yapamayacakları ve Balkan Harbinde olduğu gibi birçok cephede savaşma gücü bile bulamayacakları düşüncesi herhalde Yunan siyasetçilerinde yanlış bir özgüven yaratmıştı. Ayrıca İzmir Büyük Yunanistan düşüncesi açısından çok önemli bir hedefti. Çevresi ile birlikte kurulabilecek ve sonradan Yunanistan’a ilhak edilebilecek bir İyonya düşüncesi ne kadar çekici değil mi? Kendinizi onların yerine koyun; başkenti başta İngilizler olmak üzere birinci dünya savaşının galip devletleri tarafından işgal edilmiş, Padişahı İngiliz talimatlarının dışına çıkamayan, orduları dağıtılmış, Milli Kuvvetleri o dönemde dağınık çeteler gibi görünen ve dış desteği olmayan bir hedefe, gururu okşanmış-kabartılmış bir devletin ordusu olarak girmek ve toprak varlığını kat be kat arttırma şansına sahip olmak az nimet midir?

Evet, ne beklentiler değil mi? Bunların en azından bir kısmı gerçekten Yunanlılara vaat edildi? Şans fena halde denk gelmiş, artık beklemek için sebep yok. O halde haydi yiğit Yunan ordusunun tarihi düşmanından tarihi hınçlarını almanın zamanıdır…

Ve Yunanlılar Anadolu’ya çıktılar, öldürdüler, yaktılar, öldüler, denize döküldüler, kalanlar da canlarını zor kurtardı.

Kendi amaçlarına hizmet ettiklerini sanıyorlardı ama kendilerine vaat edilenlerin aslında talip olabileceklerinin çok azı olduğunu fark bile etmediler. Aslında bir ara fark edip İstanbul üzerinde de hak iddia ettiler çünkü İstanbul onlar için İzmir’den de kıymetliydi. Ancak kendilerini vekil tutmuş asıllardan hiçbir şekilde bu şehirle ilgili taviz alamadılar. Sebebi malum ister boğazlar deyin ister Rusların Karadeniz’den çıkış yollarının kapatılması deyin, ister Avrupalılar için Anadolu’nun yolunun buradan geçmesi deyin, payitahtın kontrol altında tutulması deyin…

Hesaplamadıkları başka şeyler de vardı ve bunlar onca pohpohlanma ve kolayca sonuca ulaşma ümidi içinde bile göz ardı etmemeleri gereken şeylerdi. Bir kere girdikleri ülkenin kara derinliği çok fazlaydı, nüfus desen onca yıl cephelerde kırılmış olmasına rağmen Yunanistan ile kıyaslanması mümkün olmayacak kadar büyüktü. Yunanlıların hâkim olmaya çalıştıkları alanları tutmaya sayılarının yetmesi mümkün değildi. Daha birçok şey sayılabilir ama bunların başında Türk Milletinin vatan toprağı konusunda tarihin yazılmaya başlamasından bu yana malum olan direnci ve Türk Kurmaylarının o dönemde Avrupa ordularının kurmayları kadar hatta onlardan daha da eğitimli olmaları gelir.

Bir de kendilerini vekil tutanların gerçekten kendilerini sevdiğine inandılar. Halbuki uluslararası ilişkilerde kimse kimseyi sevmek zorunda değildir ve Avrupalı emperyalistlerin kendi milli menfaatleri söz konusu olduğunda insanlık, dostluk, vefa gibi kavramları tanımadıkları eskiden beri bilinir. Nitekim hem vekil tutanların kendi aralarındaki çıkar çatışmaları, hem Yunanlıların o sarhoşluk içinde kendilerine çizilen sınırları zorlamaya ve önerilmeyenleri de istemeye kalkmaları hem de Türklerin başta İngilizler olmak üzere tüm emperyalistlerin aslında bekledikleri ve çekindikleri gibi silkinip direniş ve karşı saldırıya başlamalarıyla vekili tutan asıllar koalisyonu çatladı. Hatta bir kısmı Türklerle ilişki kurmaya ve silah satmaya başladılar.

Bütün bu tarihi birikime rağmen bugün Yunanistan yine bir Proxy (vekil) devlet konumunda mıdır? Bir millet çok uzak olamayan bir tarihte yaptığı hatayı tekrarlar mı? Tekrarlamaması gerekir ama bunun için o devleti yöneten siyasilerin kendi milletleri ve yeteneklerini yeterince tanıyabilmeleri ve sadece kısa vade için değil uzun vade için de milletleri lehine düşünebilmeleri gerekir. O milletin dışındaki güçler tarafından bunun böyle olmasını engellemenin en bilinen yolu ise devleti yöneten siyasilerin dışarıda ve başka/başkalarının amaçlara yönelik olarak eğitilmesi ve sonra siyasi kademelere yerleştirilmesidir. Nitekim Yunan siyasetinde etkili olan iki ailenin halen sahnede olan fertlerinin tamına yakını, daha önce de olduğu gibi dışarıda eğitilmiş ve şu anki konumlarına yerleştirilmiş kişilerdir. İki aileden birinin daha önce başbakanlık yapmış bir üyesi aynı zamanda ABD vatandaşıydı, şimdikilerin kaç tanesi öyledir bilmiyorum. Ancak emin olduğum şey Yunanistan gibi küçük ölçekte bir ülkenin gücü ve kaynakları belli iken orta ölçekte ve tüm kaynakları açısında kendisi ile kıyaslanamayacak kadar güçlü bir ülkeye kafa tutmasının yine ham bir hayal olduğudur.

Yunanlılar eskiden beri kendi menfaatleri konusunda oldukça bağnaz ve inatçıdırlar. Sahip oldukları hakların çok ötesini talep etmek de temel siyasi yaklaşımlarıdır. Geçmişte Ege denizinde anlaşmalarla tespit edilmiş ve karşılıklı olarak uyulmuş olan kuralları adeta unutarak karasularını genişletmeye çalışmış olmaları bunun bir örneğidir. Tüm Uluslararası hakem kuruluşları bunu doğru bulmamasına rağmen Türkiye ile rekabete girmişler, doğal olarak kaybetmişlerdir. Son dönemde İtalya ile yıllardır adaların kıta sahanlığı olduğunu iddia etmeleri nedeniyle anlaşamadıkları denizdeki münhasır ekonomik bölgelerle ilgili anlaşmayı kendi tezlerinde vaz geçerek imzalamak zorunda kaldılar. Çünkü Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşma onları sıkıştırdı. Bu anlaşmada adaların kıta sahanlığı olduğu tezinden vaz geçtiler ama Sevilla Üniversitesine çizdirdikleri, kendilerini vekil tutan asıllardan oluşan Avrupa birliği tarafından da hiçbir uluslararası anlaşmayla desteklenmemesine rağmen kabul edilmiş görünen ve adaların da kıta sahanlığı olduğunu temel alarak çizilmiş haritayı, toplam 9 km sahili olan Meis adasını bahane ederek Türkiye karşısında savunmaya devam ediyorlar. Yani kendi içlerinde de çelişkiye düştükleri açık. Peki, bunu Avrupalılar görmüyor mu? Görmez olurlar mı? Ama görmek şimdilik işlerine gelmiyor çünkü Türkiye’ye karşı yine bir vekile ihtiyaçları var ve bu vekil amacına ulaşsa bile her zaman kontrol edebilecekleri kadar zayıf olmalı. Kandırmak için önüne atabilecekleri Akdeniz ise çok tatlı bir lokma.

Yunanlılar ya çok unutkan ya da yöneticileri tarihten ders almalarını engelliyor. Çatışmaya kalktıkları devlet 780.000 km2 araziye ve 82.000.000 nüfusa sahip. Bunlara karşılık onları nüfusu 12.000.000 ve Yunanistan sadece 131.957 km2. Türkiye’nin Yunanlıların 50.000 muharip askerinin beş katından fazla muharip askeri var, donanmasının yanında onlarınkinin esamisi okunmaz, kendi silah sistemlerini üretebiliyor, hava gücü günün savaş gereklerine göre dünyada ön sıralara tırmanıyor, Atina’yı vurabilecek menzile sahip yerli üretim füzeleri var ve en önemlisi 25 yıldır vekalet savaşlarının içinde ve çatışan güçleri tümüyle profesyonel, bu konuda dünya orduları içinde çok seçkin bir yeri olduğu tartışma götürmez.

Olmaz ya haydi bir savaş olduğunu düşünelim. Ana kıtası dışında savunması gereken çok fazla adası olan Yunanistan’ın bunlara nasıl sahip çıkabileceğini düşünmek bile sonucu kestirmek için yeter. Zaten adaların çoğu Anadolu kıyısına Yunan ana karasından daha yakın ve toplamı menzil içinde.

Yunanlılar en zayıf zamanlarında bile Türk ordusunun neler yapabileceği biliyor olsa gerektir. Kıbrıs onlar için kötü bir hatıra, Suriye’nin kuzeyinde iki süper güce rağmen neler yapılabildiği ortada. Bu ordu şu anda dünyanın 15 ülkesinde var ve halen Kuzey Suriye, Kuzey Irak, Doğu Akdeniz, Libya’da operasyon halinde. Bütün bunlara rağmen gücü hala tükenmedi ve giderek artıyor, vekalet savaşlarına karşı tecrübesi de. Yurt içinde emperyalistlerin Türkiye’ye karşı savaşan vekillerinin ne durumda olduğu daü ortada.

Bütün bunlar ortadayken Yunan Devleti ezeli ve ebedi doğal dostları olan Kıbrıs Rumlarını vekilin vekili olarak Türkiye gibi bir devletin önüne sürmekte sakınca görmüyor. Evet Kıbrıs Rumları vekilin de vekili bu 1970’lerde de böyle oldu, şimdi de böyle. Asıllar bu yarı devleti daha önceden yapılmış tüm anlaşmalar ve teamüllere aykırı olarak AB’ye aldılar ve böylece halen kullanmakta oldukları vekillerine de vekil atadılar. Bu iki Helen devleti her tartışmada ve her cephede Türkiye’nin önünü kesmek veya en azından zorlanmasını sağlamak için kullanıldı ve kullanılıyor. Bundan hoşnut görünüyorlar çünkü Türkiye’nin önüne çıkarılan her engel onlar için başarı gibi görünüyor. Bu başarının ağabeyleri sayesinde olduğunun farkındalar. Ama başarı olduğunu düşündükleri her konunun vekillere olduğu kadar hatta daha fazlasıyla asıllara yaradığının da farkındalar. İşte bu yüzden giderek kendilerini asılları için vaz geçilmez sanmaya başlıyorlar ve zaten bu duygu asıllar tarafından da hissettirilmiyor değil. Nereye kadar? Çıkarlarda somut bir farklılaşma ortaya çıkıncaya veya asılların o kesitte kendileri için algıladıkları tehlikenin boyutunun veya çözümün maliyetinin vekilleri kullanılabilir durumda tutma iradelerinin maliyetini aştığı güne kadar. Örnek mi? Yunanistan ekonomik krize girdiğinde Kıbrıs Rum Yönetimine ve daha da önemlisi Rum Kilisesine ait olan ve Yunan bankalarında bulunan tüm paraları da batırdı. Karşılığını ödediğini hiçbir yerden duymadım. Yunan ekonomisinin aslında kendisini vekil tutan asılların AB’ye girdiği dönemden beri uyguladıkları ekonomik düzenlemelerden dolayı önünde sonunda batacağı biliniyor olmasına ve muhtemelen bu senaryo asıllar tarafından daha önceden planlanıp uygulanmış olmasına rağmen asılların Yunan Devletine ne bedeller ödettiklerini hep birlikte izledik hatta Yunan turizmini Türklerin kurtarması için adalara Şengen vizesi almadan girmelerine geçici de olsa kapı bile açtılar. Yani asılların çıkarları esastır vekillerinki ise ikincil ve işe yaradıkları yere kadar.

Buradan bakınca böyle görünüyor ama sürmekte olan gelişmeler sanki Yunanlıların hala uyanmadıklarına işaret ediyor. Mavi Vatan haritasının ortaya konulması ve Libya ile yapılan anlaşmanın BM’e bildirilmesinden sonra bütün bu süreç uluslararası hukuka tamamen uygun olmasına rağmen asıllar Türkiye’nin Libya’da tehlikeli maceralara girdiği şeklinde söylemlerle milis kuvvetleri başını da içine alan konferanslar düzenlemeye kalktılar. Teröristlerle anlaşmanın mümkün olmadığını sanki bilmiyorlardı. Hele vekil organizasyon birbiriyle çıkarları çatışan birden fazla asılın vekiliyse sonuç almak imkansızdı. Nitekim öyle oldu. Bunun üzerine aynı küresel gücün vekili olan İsrail ve Mısır ile küresel güç olmaya çalışan ama başaramayan AB’nin (Almanya’nın vekili) olan İtalya, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölgelerin paylaşılmasına yönelik görüşmeler yapmaya başladılar ama İtalya erken uyanıp ortak deklarasyondan ve görüşmelerden çekildi. Aslında İsrail’in tavrı da çok belirgin olmadı. Türkiye’nin Libya’daki başarılarının ardından bir başka asıl (aynı daha önce Suriye’de Ayn-El Arab, Membiç ve İdlip’te olduğu gibi), bir başka küresel güç devreye girdi ve başarının daha da ileriye taşınmasını şimdilik engelledi. Libya’da bunu ön plana kendisinin de vekili olan Mısır’ı çıkararak yaptı. Mısır küresel rakibi olan diğer küresel gücün de vekili olmasına rağmen. Demek vekiller yerine göre ve bazı işlevlere göre efendi değiştirebiliyorlar ya da farklı alanlarda farklı asıllar tarafından kullanılabilen ve asılların birbirinden pek rahatsız olmadan kullandıkları araçlar haline gelebiliyorlar. Topaç olmak baş döndürür. Tüm vekillere başarılı topaçlıklar dilerim.

Asıllar sabit mi dersiniz? Cevap hayır. Rusların Libya üzerindeki düşünceleri ABD’yi Türkiye’nin paraleline çekiyor, Türklerin Libya’daki başarılı operasyonları İtalya başbakanını Türkiye ile birlikte çalışmayı istemek üzere ziyarete gelmeye zorladı, Yunanistan ile kendi sorunlarını da çözmelerine daha önce de söz ettiğim gibi hizmet etti. Ab ve İsrail temsilcileri Mısır’ı ziyaret ettiler, yakın gelecekte de Yunan ve Kıbrıs Rum kesimi heyetleri ziyaret edecek ve Sisi Libya’da kırmızı çizgi ilan etti. Sebep de Mısır’ın sınır güvenliğinin tehlikeye düşeceği endişesiymiş. Herhalde Mısır sınırının Sirte ve El Cufra’dan kaç kilometre uzakta olduğunu bilmiyorlar, ya da Türkiye’nin Libya’da gerçek anlamda muharip askerilerinin olmadığını. Yiğitliğini sevsinler! Herhalde Rusların kendisine silah vereceklerini (BAE’nin parasıyla) düşünüyor ve Hafter güçlerine verilen hava savunma sistemlerinin Türk Siha’ları tarafından havaya uçurulduğunu hatırlamıyor veya duymamışlar. ABD ile Rusya’nın Libya’daki menfaatlerinin birbirine aykırı olduğunun farkında değiller ve belli bir noktada ABD’nin vekili olan BAE’nin para desteği kesilirse Rusların kendisine su bile vermeyeceğini düşünemiyor vb. vb.

Yukarıdaki 13 Haziran 2020 ilk harita Türkiye’nin desteklediği Ulusal Mutabakat Hükümeti güçlerinin güneydeki kabilelerle yapılan anlaşmalarla birlikte hakimiyet kurduğu bölge görülüyor. İkinci harita ise 20 Haziran tarihli ve görüldüğü gibi Türkiye’nin desteklediği güçler Sirte’yi kuşatmış ve petrol bölgesinin ortasında bulunan El Cufra’yı da hedeflemiş durumda. Bu bölgelerin alınması doğal kaynaklara hakimiyet sağlayacak ve Bingazi ile asıl önemli olan Tomruk’un yolunu açacak. Bu da savaşın sonu demek. İşte bu yüzden birden bütün asıllar veya kendilerini asıl sananlar “acil ateşkes” çağrıları yapmaya başladılar. Ruslar bir süre önce sahadaki paralı askerlerini cephe gerisine çekmişken Suriye’den bölgeye uçak ve hava savunma sistemleri aktardılar ve bölge için kullanılabilir vekil Sisi yiğitlenmeye başladı.

Bu yazıda derdimiz Libya stratejisi tartışmak değil ancak asıl konumuz olan “vekil devlet olmanın inanılmaz hafifliği”ni örneklendirmeye çalışırken kaçınılmaz olarak böyle oldu. Temelde söylemek istediğim ister fert ister örgüt ister devlet olun kendinizi kullandırmaya bir kez başladığınızda kurulan ağlar sizi bu tavrın içine hapseder ve tekrar söylüyorum kısa dönemde cazip görünen ödüller uzun dönemlerde büyük hüsranları beraberinde getirir. Olacak olmayacak yerde gücünüzün yetmeyeceğini bile bile meydan okursunuz, asılların sonsuza kadar yanınızda olacağını sanarak başarılı olabileceğinize inanırsınız hatta darda kaldığınızda sizi kurtaracaklarını zannedersiniz. Oysa gerek şartlar ve onların çıkarlarının değişmesine gerek gücünüzü kaybetmenize bağlı olarak kullanılabilir olmaktan çıktığınız anda son kullanma tarihiniz doluverir. Bu o kadar bilinen bir şeydir ki meydan okumalarınızı kimse umursamaz ama siz bunu da fark etmezsiniz. Örnek mi Fransa Cumhurbaşkanının, Yunan Siyasetçi ve Askerlerinin, son olarak da Sisi’nin dillendirdikleri tehditleri ciddiye alan var mı? Ne dersiniz Türkler bu tehditler söylendiğinde korkuyor musunuz? Aslında gerçek oyun kurucu olan küresel güçler bu tavırlara net katkıları bulunmasına rağmen onları arkalarında onların bekledikleri kadar duruyorlar mı yoksa müdahaleleri ancak kendi planları bozulduğu zaman mı oluyor?

Her şey açık gibi ama bu satrancın ne kadar karmaşık olabileceğini akıldan uzak tutmamak gerekir. Türkler için önemli tehlikelerden birisi şimdi ele alıp vekil olmalarından dolayı kınadığımız ve hafif bulduğumuz devletlerin durumuna düşme riskinin her zaman olduğunu unutmaktır. Evet, hareket halinde olduğumuz alanlarda hem geçmişimiz hem de geleceğimiz açısından haklılığımız tartışma götürmez. Bu hareketin içinde olmak zorunda olduğumuz yoksa uzun vadede inanılmaz bedeller ödemek zorunda kalacağımız kesindir. Ancak küresellerin kurduğu oyunda kendi alanımızı genişletebilmek ve kendi amaçlarımıza mümkün olduğu kadar yaklaşabilmek için bağımsız politika ve davranışları, gereğinde risk alarak uygulayabilmek ve planlamaları kısa dönemdeki kazanımlara değil uzun vadedeki kalıcı sonuçlara göre planlayabilmek önemli ölçüde koruyucu olabilir.

Prof. Dr. Selçuk KIRLI