UKRAYNA RUSYA GERİLİMİ VE TÜRKİYE İÇİN BİR DÜŞÜNCE

Rusya ve Ukrayna arasındaki gerilim ve bölgeyi huzursuz eden muhtemel çatışma riski uzun süredir dünyadaki askeri strateji alanını meşgul ediyor. Açık kaynaklarda bu konuda çok fazla bilgiye ulaşmak mümkün ancak ulaşılan bilgilerin herhangi bir yorum yapmaya yeterli olup olmadığı doğal olarak tartışma götürür.

Muhtemel çatışma bölgesi çok yakınımızda olduğu için Türkiye’nin olayların dışında kalması düşünülemez ve her iki tarafla bağlantılarımız nedeniyle yan tutmamız da kolay değil. Bu yüzden Türkiye NATO üyesi olmasına rağmen Rusya ve Ukrayna ile arasındaki ilişkileri bozmadan nasıl arabuluculuk yapabilirim düşüncesini ön plana çıkarıyor ve kendisi için de hoş olmayacak çatışmaların başlamaması için gayret ediyor. Evet, Ukrayna ile özellikle askeri teknoloji alanında geniş iş birliği ve ticaretimiz var. Karadeniz’deki deniz yetki alanları ve kıta sahanlığı anlaşmaları çerçevesinde tam bir anlaşma içindeyiz ve Kırım konusunun dünya kamuoyunun gözünün önünde kalmaya devam etmesi içinde sürekli gayret ettiğimiz de doğru. Bu ilişkilerin Rusya ile olan karşılıkları ise enerji boru hatlarından turizm ilişkilerine, oradan nükleer santral konusuna ve Türkiye’nin vatan toprakları dışındaki etki alanlarında Ruslar ile arada paralel arada çatışmalı ilişkilerine kadar uzanıyor. Bu arada NATO’nun en güçlü üyelerinden biri olmamıza rağmen ittifakın bizim hakkımızdaki düşünceleri ve bir tehdit karşısında olabilecek uygulamaları konusundaki şüphelerimizi de bir kenara yazalım.

Söylediklerimin hepsi geçerli ama bu şartlar altında Türkiye’nin tavrının ve koyduğu tavrı gerçekleştirme yeteneğinin ne ve ne düzeyde olduğu çok daha geniş bir araştırma ve yazının konusu. Bu yazıda yapmak istediğim; Rusya-Ukrayna geriliminde Rusların yakın çevrelerine yönelik genel stratejileri açısından kurguladıkları ve Ukrayna’da da uygulamaya çalıştıklarının, Türkiye üzerinde çeşitli ülkeler tarafından oynanan oyunlarda uygulanmaya çalışılan stratejiler ile benzerliklerine dikkat çekmektir.

Ruslar 1917 devrimi ile Çarlık Rusya’sının yok olduğu dönemde kaybettikleri toprakları Sovyetler döneminde güç kullanarak geri aldılar. SSCB’nin dağılmasıyla kaybettikleri yerleri güç kullanarak geri almaya artık ne ekonomik ne de askeri güçleri yetmez ama bu vaz geçecekleri anlamına gelmiyor.  Bu yüzden Ruslar kaybettikleri topraklarda kalan Rus azınlıklar, Rusça konuşan topluluklar ve Rus yanlısı çevreler üzerinden yeni stratejiler üretiyorlar. Bunun örneklerini Gürcistan’ın parçalanması sürecinde gördük. Ruslar işi Rusça konuşan gruplara vatandaşlık verme aşamasına kadar götürdü ve yerel yandaşların bir miktar güçle desteklenmesi yoluyla Abhazya ve Güney Osetya’yı Gürcistan’dan koparmayı başardılar. Aynı taktik bugün Ukrayna için de devrede. Rusların kendi güvenlik stratejileri açısında haklı olup olmadıkları beni ilgilendirmiyor, ilgilendiğim konu Gürcistan’da başarılı oldukları uygulamanın Ukrayna’da da işe yarayıp yaramayacağı.

Ne demek istediğimi daha iyi anlamak için aşağıdaki haritalara bir göz atalım. İlk harita Ukrayna’nın Birleşmiş Milletler tarafından tanınmış sınırları içinde Rusların yoğun olarak yaşadıkları alanları gösteriyor. Kırım, Luhans ve Doneks’te kendini etnik olarak Rus gören nüfus genel nüfusun %65’inden fazla. Bunun dışında da Ukrayna’nın doğusunda yer alan ve Rus sınırına kadar uzanan bölgelerde Rusların genel nüfusun %10’dan fazla olup bazı bölgelerde %40’lara ulaştığı üstelik birbiri ile coğrafi olarak bağlantılı birçok bölge var. Bu nüfus dağılımı doğal olarak Rusların hangi bölgeleri hedeflediklerini de belirlemiş görünüyor.  İkinci haritada da bunu görüyorsunuz zaten.

Şimdi bugüne kadar olanlara göz atalım. Kırım resmen Rus işgali altında ve Rusya bu bölgeyi ilhak etme niyetinde. Kırım’ın hem Ukrayna hem de Rusya için önemi açık. Sivastopol limanı tek başına bile önemsenmesi için yeterli ve Rusların Azak denizi kıyısında veya Kırım dışındaki Karadeniz’e açılma alanlarında yeterli tonajda askeri veya ticari geminin kullanmasına müsait limanları yok.  Azak denizinden çıkabilmesi de Kerç boğazına hâkim olmalarına bağlı. Kendileri açısından gereğini yaptılar ve Kırım artık de facto olarak Rus toprağı haline geldi. Bölgeyi işgal etmekte zorluk çekmediler. Halkın %60’da fazlası kendini zaten Rus olarak tarif ediyordu ve Ukraynalı olduğunu söyleyenlerin tamamına yakını da Rusça konuşuyordu.  %14 gibi bir orana sahip Kırım Türklerinin ise Ruslara karşı yapabilecekleri bir şey yoktu. Böylece Ruslar Karadeniz Donanmaları açısından rahatladılar.

Ardından Donesk sorunu ortaya çıktı.  Donesk ve Luhans ’ta ayrılıkçı hareketlerin ortaya çıkmasıyla 2014’teki Kırım müdahalesinden ders almış olan Ukrayna yönetimi harekete geçti ve o dönemdeki Devlet Başkanı Poroşenko’nun imzaladığı sıkıyönetim kararnamesi 26 Kasım 2018’de Ukrayna Parlamento’sunda onaylandı. Üçüncü haritada sıkıyönetimin sert olarak uygulanacağı bölgeleri görüyorsunuz. Kırım artık Ukrayna’nı kontrolünde değil o yüzden renk mavi ama kırmızı alanlar Rusların parçalama haritasıyla bire bir uyuşuyor ve Rus nüfusun %10’da fazla olduğu hemen tüm bölgeleri kapsıyor.  

Özellikle Donesk ve Luhans bölgeleri zengin maden yataklarının bulunduğu ve sanayinin yoğun olduğu alanlar ve dolayısıyla her iki devlet için de önemliler. Bu özelliklerinden dolayı halk oldukça varlıklı ve bu durum SSCB’nin dağılmasından sonra da değişmedi. Ancak Ukrayna’nın geneline kıyasla daha müreffeh yaşıyor olmaları; Ruslar hadi neyse de kendisini Ukraynalı olarak tanımlayanların (günlük hayatlarında büyük oranda Rusça konuşuyorlar) bile tavırlarını Rusya yanlılarından yana koymalarını engellemedi. Bugün için her iki bölge kendi cumhuriyetlerini ilan etmiş durumda ve Rus etkisine açık olduklarını da gizlemiyorlar. Açıkçası sıkıyönetim tedbirleri ile yapılabileceği düşünülen engellemeler belki güç yetersizliğinden, anlaşmalar belki bulunabilecek çözümler konusunda daha önceden hazırlıklar yapılmamış olduğundan işe yaramadı.

Şimdi haritalardaki nüfus oranlarını da hesaba alarak başka konulara da bakalım. Montrö anlaşması sadece Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin bu denizde bulundurabileceği askeri gemilerin tonajlarını sınırlamıyor. Kıyıdaş ülkeler için de sınırlamalar var. Buna rağmen Sivastopol limanı Rusların hem askeri hem de ticari gemileri için yeterli değil. Şimdi dikkat Karadeniz’de Rusların ihtiyaçlarına karşılık verebilecek tek liman var o da Odesa limanı.  Nitekim Rus nüfusun %40’da fazla olduğu Odessa bölgesi parçalanma haritasında Rusların açık hedefi durumunda. Bugün kimse bu limanın önemini tartışmıyor ve Odesa’nın Rus işgaline uğramasının Ukrayna açısından önemini fark edebiliyor. İkinci haritada görüldüğü gibi Luhans ve Donesk ’den Kırım’a oradan da Odesa’ya uzayacak bir işgal Ukrayna’yı Karadeniz’den koparır ve bir kara devleti haline getirir. Bunun Ukraynalılar için ne anlama geleceğini tartışmak bizim işimiz değil.

Şimdi gelelim bu olaylardan ortaya çıkan bizim için önemli olduğunu düşündüğüm imalara: Demek ki, memleket coğrafyasında çoğunlukta olmadığın yerin sonsuza kadar senin kalacağını düşünmek akıllıca değilmiş. Bazı bölgeler ve insanların sadece refah seviyeleri yüksek diye veya ekonomik olarak daha avantajlı diye ülkedeki genel ekseriyeti oluşturan grupla birlikte hareket etmelerini beklemek akıllıca değilmiş. Bir ülkedeki kahir ekseriyetin kullandığı dil dışında bir dilin resmi dilden, bazı bölgelerde bile olsa, daha yoğun konuşulmasını önemsememek yanlışmış. Bu yanlışlar dış güçlerin herhangi bir ülkeyi parçalamaya niyetlendiklerinde o ülkenin yumuşak karnını oluşturuyormuş vb. vb.

Söylemek istediğim nüfus hareketlerinin göçler ve başka sebeplerle çok arttığı ve artmaya devam edeceğinin açık olduğu bu dönemde; Türkiye’nin nüfus ve yerleşim politikaları, yatırımların yönlendirileceği bölgeler, iç ve dış tehditlere karşı alınacak ekonomik ve askeri tedbirler konusunda çok dikkatli çalışması gerektiğidir. Bir tehdit ortaya çıktığında güvendiği dağlara kar yağıp yağmayacağı konuları da ayrı bir mesele. Kar Gürcistan’ın başına yağdı, Ukrayna’nın başına da yağmak üzere.

İlgi ve etki alanımızda bulunan dış dünyadaki gelişmelere haklı olarak çok odaklandık ve bizi yıllarca uğraştırmış olan iç meseleler sanki çözülmüş kabul edilip adeta dillendirilmez oldu. Unutmayalım “Su Uyur Düşman Uyumaz” ve bizi vuracaklarsa en kolay içimizden vurular.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Selçuk KIRLI

Türk Ocakları Derneği Bursa Şube Başkanı