Problemli Komşunun Mandalaşma Süreci

Prof. Dr. Selçuk KIRLI
Türk Ocakları Bursa Şube Başkanı

Manda yetkisi birinci dünya savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti tarafından devreye sokulmuştur ve az gelişmiş kabul edilen bazı ülkeleri kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip, bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar cemiyet adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilen yetkidir. Geleneksel sömürgeciliği tasfiye etmeye yönelik bir proje olarak düşünülmüştür. Ancak uygulamada ona benzer sonuçlar doğurmuştur. Manda ve mandacılık kelimeleri 1946’da Birleşmiş Milletler tarafından kaldırılmış ve yerine “Vesayet Rejimi” tanımlaması getirilmiştir. Birçok konuda olduğu gibi tanımlayıcı kelimenin değiştirilmesiyle, kavramın ifade ettiği yetki ve görevlerin başkalarına tahsis edilmesi şeklindeki ana muhtevanın değişikliğe uğrayıp uğramadığı şüphelidir. Hatta isim değişikliğinin hiçbir anlam ifade etmediği bile söylenebilir.2021 yılında dünyada güya hiç manda veya yeni deyimiyle “vesayet altında” devlet yok iken bu tartışmayı açmanın ne anlamı var diye düşünebilirsiniz. Bu noktada benim düşüncem, dünyada manda altındaki devletlerin de sömürge devletlerin de var olduğu ve ister göstere göstere ister gönüllü rızaya sevk ederek, devletler ve milletlerin mandalaştırılması taktiğinin de emperyalizmin yaygın yöntemlerinden birisi olduğudur.Ne mi demek istiyorum? Bu yazının amacı bu soruya cevap vermek zaten. Konuyu mandalaşma süreci içinde olduğunu düşündüğüm; birçok ülke gibi kendini bağımsız sanan, hatta bağımsızlığı dolayısıyla uluslararası kurumlara kendi ismi ve iradesiyle üye olmuş, onların mekanizmalarında yer bulmuş ve çok etkili oluyor gibi görünen bir devletin mandalaşma süreçlerini izah ederek açıklamaya çalışacağım.Tarihi ve güncel olarak her zaman problem yaşamaya alıştığımız ve aslına bakarsanız nüfus, hâkim olduğu coğrafya ve kaynaklar açısından bizimle boy ölçüşmeyi bırakın, didişmeye kalkmasının bile anlamsız olduğu çok açık olan komşumuz Yunanistan’ın, geçmişte hiçbir çatışmayı kazanmamış olmasına rağmen aleyhimize genişlediği gerçeğini bir kenara yazalım. Bunu nasıl sağladığı bilinen bir şey zaten. Her zaman kendilerini bize karşı vekil olarak kullanan daha güçlü devletlerin piyonları oldular ve kaybettikleri evlatlarının karşılığı olarak destekçilerinin çıkarlarına hizmet etmenin komisyonunu topladılar. Bu politika o kadar hoşlarına gitti ki diplomasileri bu tür fırsatları kollama, vasilerine teklif etme ve büyük bir hevesle onları kendilerini kullanmaya teşvik etme yönünde gelişti. Açıkça bu konularda başarılı da oldular. Vasilerinin bizimle hesaplaşmaları gerektiği durumlarda ise gayret etmelerine gerek kalmadan, gönüllü rıza ile onların kullandıkları araçlar olmaya teşneydiler ve daha önce de söylediğim gibi komisyonlarına kavuştuklarında da mutlu oldular.İlk bakışta bu politika ucuza mal olan, başa çıkamayacağınız bir güce karşı çeşitli ittifaklar kurarak sizi koruyan ve kâra geçiren bir sistem olarak görülebilir. Ancak başkalarının çıkarları çatıştığında arada kendinize menfaat çıkaracak taktikler uygulamanın sonsuza kadar başarılı olması mümkün olmadığı gibi vekil olarak çalışırken asılların memleketinize giderek daha fazla sızmasına katlanmak durumunda kalmak gibi riskleri de vardır.İşte bana göre şu anda Yunanistan-ABD ilişkilerinde olan da budur.Bu cümleden olmak kaydıyla iki devlet arasında son dönemde yaşanan konu ile ilgili gelişmelere göz atalım;

  • ABD 2018 yılından itibaren bölgesel çaptaki görüşmelere ek/davetli devlet olarak katıma kararı aldı (çünkü kendisini dünyanın jandarması kabul etme kibirliliği devam ediyor. İşin kötüsü kibirlenmekte eskisi kadar olmasa da bir miktar haklı). Bu dönemde Doğu Akdeniz’de artan Rus etkisine karşı en önemli ve hâkim bileşeni tartışma götürmez şekilde ABD olan NATO’nun ilgisi de zaten Doğu Avrupa’dan Doğu Akdeniz’e genişlemişti. Bu ilgi Ege Denizi özelinde aşağıdaki gelişmeleri devreye soktu.
  • Ege denizindeki adalar ve limanlar gözden geçirildi, hangi konularda mı?
  • Bunların ticaretinin %65’i Türk boğazlarından geçişle sağlanan ve Karadeniz donanmasının tek çıkış kanalı yine Türk boğazları olan Rusya’yı Ege denizinde kontrol altında tutabilmek için önemleri değerlendirildi.
  • Akdeniz’deki Tartus Deniz Üssü, Lazkiye’deki Himeymim hava alanı ve Libya’da elde etme ihtimali olan şanslar sayesinde Doğu Akdeniz’de varlığını güçlendiren Rusların, bu merkezlere ikmal yapmasını engelleyebilmek için uygunlukları gözden geçirildi.
  • 2016’da Yunanistan’ın Pire (Piralevs) limanının %67 hissesini satın alan ve buradan ticaret yolunu Avrupa içlerine uzatmayı amaçlayan Çin’in engellenmesi, engellenemezse kontrol altında tutulması açısından değerleri hesaplandı.

Adı geçen Liman ve Adalar.

Belli ki varılan sonuç Kuzey Egedeki Yunan limanlarının, Türkiye’ye bitişik (aslında Lozan anlaşmasına göre askersiz olması gereken) Dedeağaç (Alexandroupolis) karasının ve Güney Egedeki adaların yukarıdaki maksatlar için önemli olduğu olmuş. Bu karar sonraki çalışmaların altında yatan temel mantık olsa gerek. Neler yapıldığına bakalım;

  • Doğu Akdeniz’de çıkan doğalgazı Avrupa’ya ulaştırmayı amaçlayan ancak yatırım/kar oranı açısından avantajlı olmaması, derin denizde ve çok uzun mesafede böyle bir uygulamanın daha önce hiç yapılmamış olması nedeniyle (Türkiye’nin bu bölgedeki hakları ve müdahale ihtimalleri göz ardı edilse bile) gerçekleşmesinin mümkün olmadığı açıkça görülen EastMed projesi desteklendi. Burada ABD’nin temel düşüncelerinden birisi herhalde en uygun boru hattı yolu olan Türkiye’yi telaşa sokmak ve bir an önce zaten bu konuda mesajlar vermekte olan İsrail ile barışmaya teşvik etmekti.
    • Dedeağaç Limanının genişletilme ve modernizasyonu düşüncesi devreye girdi ve limanın %67 hissesi ABD’ye satıldı.
    • Dedeağaç karasında askeri üs kurulması konusunda anlaşıldı.
    • Bölgede ABD ve Yunanistan iki tatbikat yaptı.
    • 30 Black Hawk genel maksat helikopterinin Dedeağaç Dimokritos havaalanını merkez üs olarak kullanması konusunda anlaşıldı.
  • ABD’nin Yunanistan’a bir miktar Apache saldırı helikopteri vermesine karar verildi.
  • Aralık 2018 ve Ekim 2019’da Washington ve Atina’da ABD-Yunanistan Stratejik Diyalog toplantıları yapıldı.
  • Mart 2019’da ABD-İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs Kudüs’te buluşup görüştüler.
  • Yunanistan’ın Kavala limanının ABD tarafından kullanılması için teklif verildi.
  • Girit’teki Souda üssünün genişletilip modernize edilmesi ve İsrail ile birlikte Doğu Akdeniz’i kontrol eden bir radar üssü haline getirilmesi kararlaştırıldı.
  • Larissa Havaalanının yenilenmesi kararlaştırıldı.
  • İskiri (Skilos) adasının ABD güçleri için konuşlanma yeri olması konusunda anlaşma görüşmeleri devam ediyor.
  • Volos ve Larissa arasında bulunan Stefanovikeio hava üssüne daha fazla insansız hava aracı (ABD’nin) veya tanker uçak konuşlandırılması karara bağlandı.
  • Sonuçta Ekim 2019’da ABD’nin Yunanistan hükümetinin izni ile Yunanistan’daki her üssü niteliğine bakmaksızın kullanabileceği konusunda anlaşmaya varıldı.

Limanları birleştirecek demiryolunun temsili güzergahı
Bütün bunlar ABD’ye ne sağladı dersiniz?

  • 2017’de Yunanistan ve Bulgaristan arasında önemli limanları birleştirecek bir demiryolu projesi yapılması konusunda Kavala ’da bir anlaşma yapılmıştı zaten (Yunanistan’ın Selanik, Kavala, Dedeağaç limanları ve Bulgaristan’ın Burgaz, Varna ve Rusçuk limanları). Bu bağlantı da kurulduktan sonra ABD askeri gücünün Kuzey Ege’den Karadeniz’e uzanan coğrafyada ne düzeye ulaşabileceğini ve Bulgaristan ve Romanya’daki ABD üsleri ile bağlantının ne kadar kolay kurulabileceğini düşünün.
  • Doğu Akdeniz’deki Rus donanması ve hava gücünün geniş bir radar sistemi ile daha iyi izlenebilmesini kâr hanesine yazın.
  • Özellikle Ruslara karşı kazanılan askeri fayda bir yana ABD’nin AB’nin güney kanadını kontrolü altında tutma taktiği eskiden beri bilindiğine göre, Yunanistan’ı bu derece vesayet altına sokmanın politik getirisini ekleyin.
  • Selanik Limanının %67 hissesinin Yunan asıllı Rus Oligark İvan Savvidis’in şirketine devredilmesi ile bu limandaki ticaretin Rusların kontrolüne geçtiğini de hesaplayarak; Selanik (Thessaloniki) Limanında Rusların, Pire Limanında Çinlilerin faaliyetlerini kontrol altına alabilecek pozisyona gelmenin ticari katkısını üzerine koyun.
  • Yunan PAOK futbol takımının da sahibi olan Savvidis’in Putin’in yakın dostu olup daha önce Rusya milletvekilliği ve AB Parlamentosu üyeliği yaptığını ve Rus istihbarat operasyonlarına adının etkili bir kişi olarak geçtiğini hatırlarsak, edinilenlerin bu konuda sağlayacağı avantajları da diğerlerine takke olarak giydirin.

Bütün bunları göz önünde bulundurursanız haklı olduğumuz ve onların da lehine olan konularda bile ABD ile niye anlaşamadığımız sorusunun cevabının bir kısmı açığa çıkabilir.
Peki, Yunanistan’a ne sağladı?

  • Fransa ve gizli saklı ama belki de Almanya’nın itmesiyle Ege konusunda bizimle girdikleri dalaşma sürecinde kendini sağlama aldığı düşüncesi (ne kadar gerçekçi olduğu tartışma götürür ve sağlama almadığı aksine kendine ateşe attığına tarih şahittir).
  • Zor ekonomik şartlarına rağmen Fransa’nın para karşılığı (Almanya’dan borç alınacak para) satacağını söylediği yeni ve kendi envanterinden düşürmeden önce hibe ettiği kullanılmış (almak mesele değil yedek parça temini ve modernleştirilmesi büyük maliyet) uçaklara ek olarak ABD’den üçüncü nesil uçak alma umudu (bugün anlaşmaya varılsa üretim ve sipariş bağlantıları nedeniyle ilk uçağın 5 yıldan önce ellerine ulaşması mümkün değil).
  • Türkiye’ye karşı arkamda büyük güçler var gösterisi yapma şansı (yedirebilirse).

Ne kaybetti, bana göre çok şey;

  • Vatan toprağından başka ülkeye tahsis edilen araziler.
  • Karar verme süreçlerinde yeni ortaklar.
  • Başka devletlerin çıkar çatışmalarının arasında kalmanın getireceği maliyetler.
  • Bağımsızlıktan verilen net tavizler.
  • Vb. vb.

Daha birçok şey sayılabilir. İşte bunlar benim Yunanistan’ın giderek manda altında/vesayet altında bir devlet olma yönünde ilerlediğini ve bu yolda oldukça mesafe kaydettiğini düşünmemin nedenleri. Bir denge politikası var gibi görünüyor ama aslında öyle değil. Çinlilerle yapılan anlaşmalar Amerikan girişimlerinden önce, Rus Oligark ile anlaşma ABD girişimleri sırasında ve karşımızda manda altına girecek ama kimin mandası olacağına tam karar verememiş görüntüsü veren bir ülke. Ticari anlaşma yapmak başka toprak tahsis etmek veya liman satmak başka şeyler.
Ekonominiz vasilerinizin kredileri ile yaşarken işleyen turizm veya olabilecek üretim sektörlerine yapacağınız yatırımları ihmal etmeniz, anlamsız böbürlenmeler için çalışıp, altından kalkamayacağınız yüklerin altına girmeniz (Türkiye ile aşık atmak gibi), vasilerime yaranayım derken mal ve hizmet tedariki ve sunumunda size en ucuzu ve en karlıyı sağlayacak pazarlardan uzak kalmanız (Türkiye ve Rusya gibi) ve daha birçok sebepten perişan durumdaysa; tarımınız bile borçlu olduğunuz vasilerinizin kurduğu Düyunu-umumiye benzeri bir sistem tarafından yönetiliyor ve kazançlar onların yönlendirdiği borçlara gidiyorsa (yani kendilerine), ABD’nin daha önce size verdiği ama parasızlıktan yedek parça, hatta yakıt temin edemediğiniz için kullanamadığınız Apache helikopterlerinden farklı olması pek mümkün olmayan silah sistemlerine hala talipseniz… eh Allah akıl fikir versin.
Sonuçta bayrağınız olur, isminiz olur ama AB üyesi bazı ülkeler gibi (Çek Cumhuriyeti vb.) şirketleriniz diğer Avrupalılar veya ABD’nin, ürettiğiniz katma değer sizi altına soktukları yüklerin getirdiği maliyetlerden kaynaklanan borçların (Türkiye’ye karşı silahlanmak gibi) olur. Başkalarının siyasetlerine vatanınızı zemin yapar ve çatışma halinde başkaları için kendi topraklarınızda kendi evlatlarınızı feda edersiniz.
Bunun adı Bağımsız Devlet olmak mıdır? Karar sizin.
Bağımsız devlet olmak veya Vesayet altında olmayı seçmek Yunanlıların meselesi. Bizim için bunların önemi ise bütün bunlar süper güçler arasındaki çekişmelere bağlı gelişmeler gibi görünüyorsa da bölgenin önemli ülkesi olmamızdan kaynaklanıyor. ABD’nin tüm bu yatırımları Rusları çevreleme, Çinlileri engelleme vb. nedenlerle yaptığını düşünsek bile olan biten sınırlarımızın çok yakınında gerçekleşiyor ve söz konusu komşu Yunanistan olduğunda isteyeceği komisyonun bizim cebimizden çıkması ihtimali her zaman var. ABD Dedeağaç’ı tuttuğunda bizde Batı Trakya’ya ulaşma kapımızın tıkanması hissinin uyanması normal. Hele bunu Irak ve Suriye’nin kuzeyinde yeni kurulmakta olan ve büyük ölçüde olmayacak ortaklarla birlikte çalışma amacıyla oluşturulan ABD üsleriyle birlikte düşünürsek tedirginliğimiz daha da artar. Ancak bu konu bu yazıya sığmayacak kadar geniş. İnşallah sonraki yazılarda tartışırız.
Saygılarımla.