Kurşunlanmış Çocukluk

Stok kodu: BTO-KC Kategoriler:

Açıklama

Halkımızın başına gelen bütün belalar her zaman komşularımızdan gelmiştir.Yüzyıldan fazla süredir halkımız muztarip durumdadır. Ata yurdunu, topraklarını ve kıymetli evlatlarını kaybediyor, mahrumiyetler acı facialar yaşıyor, gerçek bir soykırıma maruz kalıyor. Bugün Azerbaycan’da hayatında bir facia, Ermeni mezalimi yaşanmamış bir aile bulamazsınız. Tarihin neredeyse tüm aşamalarında, özellikle son 100 yılda Ermenilerce işlenen suçlar bugün herkesin hayatını etkilemiş durumda. Ama dünya bu gerçekleri sanki görmüyor, duymuyor. Onun düşüncesinde sadece “zavallı Ermeni halkı” ve “üzgün Ermeni gözleri” var. Biz millet olarak unutkanız, hayatımızda yaşanan feci tarihi olayları da zaman zaman unuttuk, belki de bunları bize unutturmaya çalıştılar… Bugünkü Ermenistan Cumhuriyetinin 1918 yılında tarihi Azerbaycan topraklarında kurulduğunu herkes bilmektedir ve o zaman burada yaşayan ahalinin yüzde sekseni Azerbaycan Türklerinden ibaretti. Şimdi ise Azerbaycan’ın batı bölümünde, yani Ermenistan Cumhuriyetinde bir tek Azerbaycan Türkü bile kalmamıştır. Ermeniler burada tek etnisiteli bir devlet, sadece Ermenilerin yaşadığı “Türksüz Ermenistan” kurmuşlardır. Azerbaycan’a ait bir çok arazi, Karabağ, tamamen Ermeni işgali altındadır. Şimdi de Nahçıvan üzerinde iddialıdırlar.
Benim dedem Gaffar Aliyev 1918-1921 yılları arasında Ermeni milletçilerine karşı Abbaskulu Bey Şadlinski’nin komutanlığında olan askeri birliğin aktif üyelerinden olup birlik komutanı olmuştur. Kardeşlerimden biri olan Mübariz Halil Oğlu Aliyev, 1992 yılında Karabağda Laçin-Kelbecer uğruna yapılan savaşlarda ağır yaralandı ve şimdi özürlüdür. Diğer kardeşim Karabağ gazisi Gaffar Halil Oğlu Aliyev, 1992 yılında Bakü’nün Sebail ilçesinde oluşturulan gönüllülerden ibaret askeri taburunun organizatörü ve komutanı olmuş, savaş bölgelerinde Tovuz’da, Akdere’de, Terter’de, Akdam’da, Fuzuli’de, Askeran‘da muharebelere katılmıştır. Bir başka kardeşim Aliyev Bayar Halil Oğlu,1992 yılındaki Sederek savaşının katılımcısıdır.
Kendim 1993-1994 yıllarında ön cepheden – Sederek, Ordubad, Tovuz, Ağdamda yapılan röportajların ve memleketimin dört bir tarafına yayılmış mülteci kamplarında yaşamak zorunda olan soydaşlarımızın ağır yaşamını aksettiren ‘Gölgesiz Kümeler’ dizi makalelerinin yazarıyım.
Bunları söylemekteki amacım: Ailemin ağır bir bedel ödediği bu son savaştan dolayı benim bu kitabı kaleme almaya manevi hakkım olduğunu düşünmem ve bunu manevi bir borç olarak kabul etmemdir. Bu, benim açımdan çok ağır bir yüktür ve bu kitabı yazmaya hazırlanırken acaba Hocalı Soykırımının çocuk tanıklarının sesini insanlara ulaştırabilir miyim diye çok düşündüm. Sonunda her şeyi olduğu gibi, gerekçeleriyle ve olayın tanıklarının konuştuğu dille kaleme almanın en makul yol olduğuna karar verdim.
Hocalı’yı anlatmanın çok ağır bir iş olduğunu itiraf etmeliyim. Maalesef, o gecenin dehşetini gözleri ile görmüş, canında yaşamış çocukların, hepsi ile görüşemedim. Çünkü, Hocalı Soykırımı’ndan sağ kalanlar Azerbaycan’ın çeşitli yerlerine dağılmışlardır ve bir kısmı da başka ülkelerde, yurdundan uzakta yaşamaktadır. Bazıları ise sadece, konuşmaktan kaçındılar. Bu insanlara, bütün hayatı vahşetten geçmiş çocuklara, onların çocukluk hayatı ile ilgili bir şeyler sormak, onları konuşturmak, dinlemek oldukça zor bir iş. Onların her biri ölümün bir adım yanında olmuş, onu bizzat yaşamış insanlardır. Ölüm onların başlarının üzerinde ebediyen durmuş ve öyle de kalmıştır. Fakat onlar ölmemişler, sağ kalmışlardır. Bu da bir faciadır: çocuklukları öldü, yakınlarının hepsi mahvedildi, kendileri ise yaşıyorlar. Bu daha dehşetli bir facia değil mi?
Hocalı çocukları ile görüştükten sonra onların öz geçmişlerindeki “çocukluk” sayfasının hep boş kalacağı kanaatine vardım. Şimdi bu boylu poslu delikanlılar Ölmüş Çocukluklarını hatırlamaya zorlanıyorlar aslında bu insanlar 1992 yılının ölüm gecesini hatırlamaya mahkum edilmiş zavallılardır. Bu onlara hep dert getiriyor, sitem veriyor, ara ara da bir şaman gibi o geceye çekiliyorlar, konuştukça konuşuyorlar: sanki dedikleri bir şaman duasıdır. Bu, aslında bizim facialarımızın salnamesidir. Onu yazmak, gelecek nesillere ulaştırmak bizim kutsal görevimizdir. Ben o borcu ödeyebilir miyim? Bu sorunun karşısında heyecanımı yenemiyorum. Tanrıdan, akrabalarımdan ve dostlarımdan bana arka çıkmalarını, manevi destek vermelerini istiyorum. 1992, 26 Şubat’ında ölümün ağzından kurtulmuş Hocalı Çocuklarının kaderi bence bir alın yazısıdır. O yazıdan kaçmak olmuyor. Benim yazdıklarım Allah’ın bir kulunun dile getirdikleri, kaleme aldıklarıdır. Bu kitabı ortaya koyana kadar elime demir asa alarak, ayağıma demir çarık giyerek kapı kapı dolaştım, derviş hayatı yaşadım demiyorum. Zaten, Yunus Emre “ben derviş olamam çünkü derviş gönülsüz olur” demiş. Ben ise bu işe gönüllü gittim. Kırık gönüllere küçücük bir merhem olsun diye yaptım. Çocukluğu ölmüş insanların trajedisini herkese ulaştırmak için yaptım. Bu nedenle bu kitapta ne çığlık arayın, ne de bir isyan… Sadece okuyun ve düşünün…